Şekerpare Hatun'un, yanı asıl adıyla Zehra Şehsuvar Hatun'un kimle evlendiği ve ne sebepten sürgüne gönderildiği konusunda değişik bilgiler edindim. Ancak edindiğim bilgiler çok çarpışık olduğundan, doğrusu benimde kafam karıştı.
Saraya alınış tarihi olarak 1642 kayıt edilmiş, öncelikle Zehra binti Çerkes Tahir Bey, bir başka kayıtta adı Ümerayı Çerakiseden Tahir Bey'in kerimeleri Zeliha Hatun, daha sonra Şehsuvar Usta ve son olarak Şekerpare Hatun şeklinde vesikalarda ismi geçiyor. Büyük bir ihtimalle Şekerpare adını Sultan İbrahim kendisine vermiş olacak.
Bilindiği kadariyle Kösem Sultan tarafından Saraya alınmıştır. Buna sebep de Mahfiruz Sultan'ın akrabası olmasıdır. Bu olayı daha önceki bir açıklamada burada yayımlamıştık.
Şimdi Şekerpare Hatun'un, Kara Musa Paşa mı yoksa Abaza Mehmed Ağa ile mi evli olduğunu açıklığa kavuşturmak lazım. Şayet Şekerpare Hatun 1647 yılında Kara Musa Paşa ile evlendirildiyse bundada kesinlikle Kösem'in bir parmağı vardır. Dedemin notlarında Şekerpare Hatun'un kiminle evli olduğu konusunda bir bilgiye henüz rastlayamadım.
Şimdide Osmanlı Tarihcisis Halepli Mustafa Naima Efendi'nin yazdıklarını bir okuyalım:
(...) Cumâde’l-ûlâ’nın üçüncü hamis günü (Haziran 1648), musahibelerden Şekerpare Hatun,
birçok işlere adı karışıp, kendisine bağlı adamları aracılığıyla rüşvet
alıp haddini aştığı için diğer musahibelerle zıtlaştığı, konuyla
ilgili Valide Sultan hazretleriyle aralarında geçen konuşma münakaşaya
dönüştüğü, hatta Valide Sultan’ın onu kırbaçlayarak cezalandırdığı
duyulur. Durum padişahın kulağına ulaşınca aynı gün bulunduğu yerden
alınır ve bir kayığa konularak Sakız’a sürülür. Çoğunlukla onunla
sohbet etmek için Şekerpare’nin sarayında bulunan Halep’ten ma‘zûl
Hasan Paşa’nın eşi Ebe kızı Hamide Hatun, o sırada orada olduğu için
onun da sürgüne gönderilmesi ferman buyrulur. Fakat Hamide Hatun’un
akıllı bir cariyesi “Hamide Hatun benim” diyerek kendisinin kayığa
bindirilmesini sağlar. Bu şekilde Hamide kurtulur ve cariyesi davranışı
ile ün kazanır. Şekerpare’nin malının müsadere edilmesi ferman olur,
yakın adamlarından Sebzeci Süleyman ve Dede adlı iki kişiye sorulur. Bu
iki kişi Şekerpare’nin gücü ve ününden yararlanarak çok zengin olup
dönemlerinin Karun’u haline gelmişlerdir. Vâlide Sultan’ın yaptırdığı
handa bir oda 16 sandık mücevher, altın ve gümüş ile doludur.
Sandıkların anahtarlarını Sebzeci teslim eder ve sandıklar padişahın
önüne getirilir. Hepsi Şekerpare’nin mührüyle açıldığında her birinin
ağzına kadar mücevher, inci ile dolu olduğu, ayrıca altın, riyâl ve
kıymetli yaldızlı Hint işleri ve başka kıymetli hediyelerin olduğunu
gören padişah “Hay kâfir! Bana akşam ekmek alacak akçem yoktur diye
yemin ederdi, bak neleri çıktı, hepsi benim malımdır!” diye ferman
buyurur. Menzili kazındıkça (kebs oldukda) bir beyaz, bir sarı zerbaft
kaplı kürk, bir kaç nîm-ten kürk, biri incili, ikisi zerdûz, diğerleri
değişik kumaştan 200 yorgan bulunur. Başka çok sayıda kıymetli şeyleri
ile 250 kese nakit para çıktığı söylenir.
Birkaç gün sonra Şekerpare kethüdası Sebzeci
denilen Ispanakçıbaşı damadı İbrahim Çelebi’nin boynu vurulup Aksaray
Çarşısı’na terk edilir. Süleyman Dede ise gece boğulup ortadan
kaldırılır. Şekerpare Hatun’u Koçbeyoğlu Pehlivan Ahmed adlı bir
mübaşir ile İbrim’e sürerler.
Ahmed Ağa, “Şekerpare beklemediği anda sürgün edildiği için yanına
harçlık almamış. İhtiyacını ağaya bildirir, Pehlivan da 600 akçeyi
verir, bunun üzerine Şekerpare gayr-i ihtiyari Pehlivan’ın eteğini
öpünce ikisinin de gözüne yaşlar gelip ağlarlar. Mısır sınırına gelince
Haydar Ağazade Mehmed Paşa’ya rast gelirler, o da 300 altın, Mısır’a
ulaştıklarında ise Mısır valisi Küçük Emir Paşa 500 kuruş harçlık
verip, mübaşiri İbrim’e götürüp gelmiş (...)
Naima Efendi'nin yazdıklarıyla dedemin yazdıklarında fark var. Ayrıca burda anlatılan birçok şeyin ne derece objektif olduğuda sorgulanması şart. Üstelik mantıklıda değil, mesela Şekerpare'nin güya gayri kanuni elde ettiği serveti meydana çıkınca Sultan İbrahim'in tepkisi:
“Hay kâfir! Bana akşam ekmek alacak akçem yoktur diye yemin ederdi, bak neleri çıktı, hepsi benim malımdır!”.
“Hay kâfir! Bana akşam ekmek alacak akçem yoktur diye yemin ederdi, bak neleri çıktı, hepsi benim malımdır!”.
Şimdi Şekerpare Hatun'un hem kendi Sarayı var, onca hizmetkarı var, bunlarıda zaten Padişahın bizzatı kendisine ihsan etmişken, tutup Sultan İbrahim'e ''Akşam ekmek alacak akçem yoktur'' diyebilmesi hiç mantıklı geliyormu? Böyle bir saçmalık olabilirmi.
Burda dikkat çeken bir başka noktada Şekerpare Hatun'un fena şekilde Kösem ile kapışma hikayesidir. Bu olay güya Haziran 1648 tarihinde gerçekleşmiş, ama o sırada Kösem Sultan oğlu İbrahim'in gözünden düşmüş ve Florya'da İskender Çelebi Bahçesinde sürgünde bulunuyordu. Peki bu durumda Kösem nasıl ve ne sebeple Şekerpare Hatun'a ceza verebiliyordu? Üstelik Şekerpare Hatun, Sultan İbrahim'in saltanatının sonuna kadar en gözde sırdaşı olmuştur. Şayet gerçekten böyle bir kapışma olayı olmuş ise, o zaman bu 1648 senesinin ilk aylarında gerçekleşmiş olması daha muhtemeldir. Ama o zaman bile Şekerpare Hatun'un kırbaçlandığını hiç zannetmiyorum, çünkü ne Sultan İbrahim nede Saçbağı Sultan bu tür bir cezalandırmaya izin vermezlerdi. Kaldıki Kösem böyle bir hatayada düşmezdi, sonuçta oğluyla arası zaten iyi değilde, tutup oğlunun en sevdiği kişilerden birini ağır cezalandırması kendi hayrına olmayacağı malumdu. Herşeyi en ince ayrıntısına kadar planlayan Kösem Sultan için böyle saçma bir hataya düşmesi açıkcası inandırıcı değil.
Hamide Hatun'a gelince, onun yerine bir cariyesinin kayığa bindiğide pek inandırıcı gelmiyor. Ama tabii neden olmasın, zaten Şekerpare ile Hamide Hatunlar çok iyi arkadaştı, en azından ikimizden biri bu şekilde sürgünden kurtulur diye düşünmüş olabilirler.
Servet meselesine gelince, Şekerpare Hatun doğuştan bir prenses, sonra bir kuzini Padişahın eşi, diğer kuzini Veziriazamın baldızı, erkek kardeşi Vezir makamında, amcaları Çerkes topraklarının hükümdarları. Keza böyle güclü bir takımın içinde bulunan Şekerpare Hatun'un politikada ne kadar nüfuz sahibi olduğunu artık siz sayın okuyan kendiniz tahmin edebilirsiniz. Böyle iktidar oyunlarına karışmış bir kişinin ne kadar zengin olabileceğinide düşünebilirsiniz. Yani Naima Efendi'nin burada uzun uzadıya listelediği altınlar, gümüşler ve mücevherler vs. böyle yüksek bir makamda bulunan bir kişi için gayet normal değilmi.
Sultan İbrahim dönemi Osmanlı Tarihinin en kara sayfalarından biridir, bunu asla inkar edemeyiz. O tarihlerde Padişah'tan başlamakla beraber bütün Saray erkanı halk tarafından nefret ediliyordu. Özellikle Saray Kadınlarının itibarı iyice düşmüştü. Bu yüzden Naima Efendi'nin olayları ne kadar obejektif anlattığıda tartışılır. Fakat merhum dedem Celal Beyin anlattıkları ise doğrudan aile içindeki anlatımlardan ve vesikalardan meydana gelmektedir. Her iki kaynağıda çok ciddi kontrol edip olaylara mantıklı bakmak şart.
Burda dikkat çeken bir başka noktada Şekerpare Hatun'un fena şekilde Kösem ile kapışma hikayesidir. Bu olay güya Haziran 1648 tarihinde gerçekleşmiş, ama o sırada Kösem Sultan oğlu İbrahim'in gözünden düşmüş ve Florya'da İskender Çelebi Bahçesinde sürgünde bulunuyordu. Peki bu durumda Kösem nasıl ve ne sebeple Şekerpare Hatun'a ceza verebiliyordu? Üstelik Şekerpare Hatun, Sultan İbrahim'in saltanatının sonuna kadar en gözde sırdaşı olmuştur. Şayet gerçekten böyle bir kapışma olayı olmuş ise, o zaman bu 1648 senesinin ilk aylarında gerçekleşmiş olması daha muhtemeldir. Ama o zaman bile Şekerpare Hatun'un kırbaçlandığını hiç zannetmiyorum, çünkü ne Sultan İbrahim nede Saçbağı Sultan bu tür bir cezalandırmaya izin vermezlerdi. Kaldıki Kösem böyle bir hatayada düşmezdi, sonuçta oğluyla arası zaten iyi değilde, tutup oğlunun en sevdiği kişilerden birini ağır cezalandırması kendi hayrına olmayacağı malumdu. Herşeyi en ince ayrıntısına kadar planlayan Kösem Sultan için böyle saçma bir hataya düşmesi açıkcası inandırıcı değil.
Hamide Hatun'a gelince, onun yerine bir cariyesinin kayığa bindiğide pek inandırıcı gelmiyor. Ama tabii neden olmasın, zaten Şekerpare ile Hamide Hatunlar çok iyi arkadaştı, en azından ikimizden biri bu şekilde sürgünden kurtulur diye düşünmüş olabilirler.
Servet meselesine gelince, Şekerpare Hatun doğuştan bir prenses, sonra bir kuzini Padişahın eşi, diğer kuzini Veziriazamın baldızı, erkek kardeşi Vezir makamında, amcaları Çerkes topraklarının hükümdarları. Keza böyle güclü bir takımın içinde bulunan Şekerpare Hatun'un politikada ne kadar nüfuz sahibi olduğunu artık siz sayın okuyan kendiniz tahmin edebilirsiniz. Böyle iktidar oyunlarına karışmış bir kişinin ne kadar zengin olabileceğinide düşünebilirsiniz. Yani Naima Efendi'nin burada uzun uzadıya listelediği altınlar, gümüşler ve mücevherler vs. böyle yüksek bir makamda bulunan bir kişi için gayet normal değilmi.
Sultan İbrahim dönemi Osmanlı Tarihinin en kara sayfalarından biridir, bunu asla inkar edemeyiz. O tarihlerde Padişah'tan başlamakla beraber bütün Saray erkanı halk tarafından nefret ediliyordu. Özellikle Saray Kadınlarının itibarı iyice düşmüştü. Bu yüzden Naima Efendi'nin olayları ne kadar obejektif anlattığıda tartışılır. Fakat merhum dedem Celal Beyin anlattıkları ise doğrudan aile içindeki anlatımlardan ve vesikalardan meydana gelmektedir. Her iki kaynağıda çok ciddi kontrol edip olaylara mantıklı bakmak şart.
Başbakanlık Osmanlı Arşivinden elde edilen belgelerde Şekerpare Hatun'un eşi olarak Abaza Mehmed Ağa geçmektedir. Kaynak:
- Osmanlı Arşivi: Dosya No :35, Gömlek No :4071, Fon: İbnülemin-Vakıflar.